27 Ekim 2009 Salı

Küçük Bir Doğumgünü Kutlaması

Büyük kızım Sena büyüdü 11 yaşında oldu, bana artık genç kız gibi oldu, daha büyümez gibi geliyor :) Aslında çok daha güzel bir masa hazırlamak, en azından pastasını kendim yapmak isterdim, ancak hem bir gün öncesinde misafirlerim vardı, hem de öylesine yorgunum ki canım hiçbir şey yapmak istemiyor. O yüzden biraz kolaya kaçarak, biraz da ne istediklerine kulak vererek (ki 1. tercihleri patates salatası ve sosisli börek oluyor) hafif bir menü oluşturdum.

- Biliyorum doğumgünü pastası, hele kız çocuğu için daha renkli bir seçim olabilirdi, ancak siz pastanın kara renkli olduğuna bakmayın, profiterollü pasta gerçekten çok nefisti.

- Sofraya renk katmak için Dr. Oetker Princess Lillifee Muffin'den yardım aldım, Aslı ise bu topkekleri çok kıskandı, onun doğumgününde böyle pembiş kekler yapmamışım :)

- Çikolataya doyumluk trufflar.

- Halamızın sıklıkla yaptığı ve adı "hala kurabiyesi" olan kurabiyeler.

- Sinangil Paketi'nden ilk deneme; sade kekun ile yapılan patatesli kek. Son dilim için kızların çekiştiğini söylersem lezzeti hakkında bir fikir verebilirim belki.

- Vee sosis&milföy hamuru buluşmasının muhteşem birlikteliği, sosisli rulo börek.

- Patates Salatası (İlk öğrendiğim ve şimdiye kadar en çok yaptığım salatadır kendileri.)

22 Ekim 2009 Perşembe

Sinangil'den Hediye&Deneme Paketi

Geçen haftalarda Sinangil'den aldığım bir mail beni hem sevindirdi, hem de heyecanlandırdı. Çünkü; Sinangil Kurumsal iletişim departmanı olarak, “Lezzet Ustalarıyla Buluşma” temalı projeleri için yaptığı araştırmada benim de bloğumu incelediklerini ve paylaşımlarımı beğendiklerini belirtiyorlardı. Tahmin edersiniz ki; yıllardır kullandığım bir markadan böylesi olumlu bir geri dönüş, beni çok sevindirdi. Hemen akabinde mutfakta, heran elimin altında olabilecek, hayatı kolaylaştıracak, yeni lezzetlere ulaşabileceğim bir sürü malzeme ile dolu bir koli gönderdiler. Kolinin içinden neler çıkmadı ki; ekmek un karışımları, aromalı kek un karışımları, baklava, börek, mantı un karışımları eee daha ne olsun :) Fırsat bulur bulmaz ekmek yapmak için sabırsızlanıyorum, kek karışımlarını ise Cumartesi deneyeceğim inşallah. Sinangil'e, böylesi güzel bir proje içerisine beni de dahil ettikleri için çok teşekkür ediyorum.

21 Ekim 2009 Çarşamba

Çikolatalı Sufle



Havalar soğumaya başlayınca insanın aklına daha fazla tatlı düşmeye başlıyor değil mi? Hele tatlı olarak çikolatası en bol tarafından bir sufle olursa yanına neskafeyi de çok seviyorum. Durun biraz hayal kurayım; hatta karşımda boğaz manzarası; hafif bir rüzgar, rüzgara karşı sıcacık polar battaniyeye sarılmış ben, önümde süper kabarmış ve çok sıcak çikolatalı sufle ve onun ekürisi sütlü neskafe. Oooo! insan daha ne ister ki bu hayatta :)

Malzemeler:

- 200 ml. süt kreması
- 200 gr. çikolata
- 2 yemek kaşığı tereyağı (1 kaşığı sufle kaplarını yağlamak için)
- 2 yemek kaşığı toz şeker (sufle kaplarının tabanına serpmek için)
- yarım çay bardağı toz şeker
- 1 yemek kaşığı un
- 3 adet yumurtanın sarısı
- 4 adet yumurtanın akı
- 1 adet şekerli vanilin

Yapılışı:Sufle kapları tereyağı ile iyice yağlanarak üzerine toz şeker serpiştirilir ve buzdolabına kaldırılır. Küçük parçalara bölünmüş çikolata, kısık ateşte süt kreması ile birlikte eritilir. Tereyağı ufak bir tava içerisine alınır. Tereyağı eriyince un da katılarak 1-2 dakika pişirilir. Üzerine çikolata karışımı da ilave edilerek kıvamlı bir hale gelinceye kadar sürekli karıştırılarak pişirilir. Bu arada yumurta sarıları iyice çırpılır. Karışım ateşten alınarak üzerine şeker, vanilin ve çırpılmış yumurta sarıları ilave edilir ve soğumaya bırakılır.Kalan yumurta akları sert ama köpüğümsü hale gelene kadar çırpılır. Önce bir kaşık yumurta akı, çikolata karışımına eklenerek karışım yumuşatılır, daha sonra kalanı da köpüğümsü görünüşün sönmemesine özen gösterilerek dikkatlice eklenir. Karışım sufle kaplarına paylaştırılarak önceden ısıtılmış 190 dereceye ayarlı fırında 15 dakika pişirilir. Fırından çıkar çıkmaz ister üzerine pudra şekeri serperek, isterseniz de çırpılmış süt kreması dökerek sıcak olarak servis edilir.

19 Ekim 2009 Pazartesi

Haydi Gel Erzurum'a Gel, Erzurum Yahşi Güzel...

Bu sene pekçok şehri gidip görme fırsatım oldu, bu kez de istikamet Erzurum'du. 7 yıl önce de merak edip ziyaret ettiğim Erzurum'u bu kez olumlu anlamda çok değişmiş ve güzelleşmiş buldum. Bu beğenide belki de her yerini gezebilmem ve çok iyi ağırlanmam ağır basmış olabilir :) (Ki küçüğüm Aslı'yı çok hasta-ateşli bırakmama ve aklım İstanbul'da kalmasına rağmen.) Erzurum'u gezerken bize eşlik eden Sevgili Kasım Bey ve Sevgili Yusuf Bey'lere sonsuz teşekkürler... Erzurum, yüksek dağların çevrelediği yüksek bir plato üzerine kurulu, bir uçtan bir uca yarım saatte gidebileceğiniz, aslında küçük bir şehir. Ancak öylesine tarihi bir şehir ki gezilecek-görülecek yerler hiç bitmiyor. Tarihi bir şehir olmasının yanısıra Erzurum'u Erzurum yapan en önemli özelliklerinden biri de Palandöken Dağı. Kışın dağda adım atacak yer olmadığı, otelde rezervasyonsuz kalacak yer asla bulunamayacağı söylenen Palandöken, karsız pek bir çıplak, pek bir yavan geldi gözüme. Sanırım dağ manzarasına en çok kar ve ağaç yakışıyor. Bize söylendiğine göre, soğuğu pek meşhur Erzurum'da bir söz varmış; "Kar 7 kere dağa, 1 kere bağa yağarsa asıl kış o zaman başlarmış." (Henüz dağa 3 kez yağmış, yani çok soğuklara biraz daha var :) Erzurum deyince ilk akla gelen Çifte Minare (Büyük Şehir Logosuna girecek kadar Erzurum ile özdeşleşmiş.) oluyor. Muazzam taş oymacılığı ile insan sabrının ve ustalığının bir abidesi gibi yükselen Çifte Minare'yi gezmeden Erzurum gezisi olmaz gibime geliyor. 800 yılı aşkın tarihi ile Erzurum'un en eski camilerinden biri olan Ulu Cami, "kırlangıç" olarak tabir edilen kalasların birbiri üzerine konması ile yapılmış görkemli ahşap kubbeye ve akustiğin doğal yolla sağlanması için mimari ustalıkla yerleştirilmiş harika hafif sivri kemerlere sahip. Çifte Minare'nin hemen yanında bulunan Ulu Cami'yi de görmeden giderseniz yazık olur. Erzurum tarihi bir şehir olmaktan çok, tarihle içiçe bir şehir diyebilirim. Tarihi alanlar şehre uzak veya izole bir alanda değil, bizzat oturduğun mahallede, hatta cadde üzerindeki bir dükkanın hemen yanında olabiliyor. Üç Kümbetler geniş bir yeşil alan içerisinde, eski Erzurum evlerinin bulunduğu bir mahallede yer alıyor mesela. Tuğladan yapılmış minaresindeki incelikli çini işlemeleri ile Yakutiye Medresesi'ni de görmeden olmaz. Şu anda bakımda olan medrese, tam merkezde olduğu için merkez ilçeye de ismini vermiş. (Aslında Erzurum'da hemen hemen her yerde "Erzurum Belediyesi" yerine "Yakutiye Belediyesi" yazısını görmek mümkün.) Anlaşılan Roma İmparatoru'da benim gibi gezmeyi çok seven bir kişilikmiş. Sen kalk taa Romalar'dan Erzurum'a kadar gel, burada da bir kalem olsun, kışın manzara güzel oluyor diyerek bir kale inşaa et :) İç kale konumunda yapılan kalenin en büyük özeliği; önceleri gözetleme kulesi olarak yapılan, daha sonra saat eklenerek saat kulesine dönüştürülen kulesi. Eh! madem oraya kadar geldiniz üşenmeyip dar, ahşap merdivenleri de tırmanıp Erzurum silüetini seyredin lütfen :) Zamanında, bugün mevcut olmayan çepeçevre surlardan Erzurum'a 7 kapıdan girilirmiş. Çevresindeki illere bağlantısına göre isimlendirilen bu kapılar; Tebriz Kapı, Erzincan Kapı, Gürcü Kapı, Kars Kapısı, Kavak Kapı, Yeni Kapı ve İstanbul Kapı olarak adlandırılmış. Fotoğraftaki, eski İstanbul yoluna bağlantılı olan İstanbul Kapı. (Çevredeki şişelerden ve ateş yakıldığı anlaşılan taşlardan yola çıkarak, şu anda çok da iyi bir kullanıma hizmet edildiği söylenemez malesef.) Erzurum'da en çok hoşuma gidenlerden biri güldür güldür akan çeşmeleri. Hemen hemen her köşe başında bulunan çeşmelerden çok da lezzetli bir su akmakta. Çevrede öylesine tarihi eser var ki, toprak altından çıkarılmış eski çeşmeleri değerlensin diye çevre parklarda kullanıyorlar ve hepsi de akar vaziyette. (İstanbul'da onarılıp şıkır şıkır görünümlü, ancak çeşmelerinden sadece tıss sesi gelen süs çeşmelerine inat...) Oltu taşı Erzurum ile özdeşleşmiş bir taş. Koca bir han sadece oltu taşı ve Erzurum taşı denilen oniks taşı ile yapılan altın ve gümüş takı dükkanları ile dolu. Taşhan'a uğradığınızda tek derdiniz binlerce model içerisinden birini seçmek olacaktır sadece. Bayanlara takı olur da erkeklere tespih olmaz mı? Erzurumlu hemen her erkeğin elinde ucu gümüş imameli, oltu taşından boncuklara ince gümüş kakma işlemi yapılmış tespih ve parmağında da oltu taşlı yüzük görmek mümkün. Erzurum, yakın tarihinde de dönüm noktası sayılabilecek olaylara damgasını vuran şehirlerden biri. Bu olayların en önemlisi tabii ki milli mücadele birliğinin kurulmasında ikinci adım olarak kabul edilebilecek Erzurum Kongresi. Halen meslek lisesi olarak kullanılan binanın kongre odası olduğu gibi korunmuş. Tüm mebusların isimleri ve nereden geldikleri, oturdukları sıralar, hatta Atatürk'ün kendi el yazısı ile yazılmış (üzerinde düzeltme karalamaları ile birlikte) kararlarını görebilirsiniz. (Tabii tüyleriniz ürpererek...) Erzurum evleri hakkında detaylı bilgi edinmek istiyorsanız, mutfakları nasıldır, evleri ve ev hayatı nasıldır merak ediyorsanız buyrun "Erzurum Evleri"ne. 11 eski evin tek bir çatı altında toplanıp restore edilmesiyle oluşan bu mekan, hem sorularınıza cevap olacak, hem de içerisinde oturup çayınızı-kahvenizi yudumlarken yorgunluğunuzu alacaktır. Geleneksel Erzurum evinin klasik çatısı; kırlangıç çatı. (Çatının tepesinin küçük bir pencere ile sonlanması da geleneksel) Erzurum deyip de semaverde pişen çaydan ve kırklama şekerden bahsetmemek olmaz. Japon'ların çay seramonisi olur da Erzurumlu'nun olmaz mı? Bir kere çayın kömür ateşinde yavaş yavaş demlenmesini sağlayan semaver geleneği var. (Gerçi şimdilerde kömürlünün yerini elektrikli semaverler almış durumda.) Çay da illaki ince belli küçük bardakta olacak, içine şeker atılmayacak, şeker yanağa sıkıştırılıp her yudumla beraber yavaş yavaş eriyerek çaya tad verecek. İşte kırklama usulü bu oluyor. Zaman zaman dükkanlarda akide şekerine benzer sert limonlu şekerler de gördüm, bazen onlar da tercih ediliyormuş. Çıkışta doğal ürünlerden yapılan reçel, konserve, turşu ve petekli bal da alabilirsiniz. Buraya özgü, maydanoza benzer "aşotu"ndan yapılan konserve bana çok ilginç geldi. Gelelim Erzurum'un meşhur "Cağ Kebabı"na. Cağ kebabı bir nevi dönerin yatık halde konulup, yaprak yaprak değil de "cağ" denilen şişlere daha büyük parçalar halinde kesilerek geçirilmişi. Koyun etinden yapılan kebap, benim gibi etseverler için bulunmaz bir nimet. İster cağ kebap, ister döner yiyin, daha sipariş vermeden sofraya ilk önce çok ince lavaş, közlenmiş sivri biber, soğan salatası ve çoban salata servis ediliyor. Lavaştan küçük parçalar koparıp cağdan çıkardığınız 2-3 lokma et ile soğan ve biberi dürüm yapıp yemek işin raconu. Kebabın yanına da muhakkak ev yapımı ayran istemeyi ihmal etmeyin. (Cağ Kebabı'nı Gelgör'de, döneri ise Hacıbaba'da yemeği unutmayın.) Son olarak da buraya has "kadayıf dolmasından" bahsetmemek olmaz. Bu tatlıyı İstanbul'da da yerdim, ancak gerçekten hası Erzurum'da yapılıyormuş. Çıtır çıtır bu lezzeti paket yaptırarak da yanınızda götürebilirsiniz. Kabaca; tel kadayıfın ortasına ceviz konulup, uzunca bir köfte şeklinde sarılıp, yumurtaya bulanarak kızartılmasından ve şerbetlenmesinden yapılan tatlının hasını "Muammer Usta"da yiyebilirsiniz.

9 Ekim 2009 Cuma

Perde Pilavı

Görüntüsü ve tadı ile çok sevdiğim perde pilavını Sofra Dergisi'nin özel ekinde de gördüğüm zaman artık yapmam şart olmuştu. Biraz uğraştırıcı görünse de ortaya çıkan görüntü, misafir sofralarında güzellikler yaratacak kadar hoş oluyor. Hoşuma gitmeyen tek nokta; çok fazla artmasın diye malzemeyi yarı ölçü ile yaptım ve dolayısı ile çok ince oldu. Kubbemsi veya derince bir kapta çok daha güzel görüneceğine eminim.

Malzemeler:

İç Malzemesi:

- 2 su bardağı pirinç
- 3 su bardağı su
- 2 adet tavuk göğüs eti
- 2 yemek kaşığı tereyağı
- 2 çorba kaşığı kuş üzümü
- 2 çorba kaşığı çam fıstığı
- 18-20 adet badem
- 1 çay kaşığı tarçın
- tuz

Hamur Malzemesi:

- 1 adet yumurta
- yarım su bardağı yoğurt
- yarım çay bardağı sıvı yağ
- aldığı kadar un
- tuz

Yapılışı: Tavuk göğüsleri haşlanarak küçük küçük didiklenir, haşlama suyundan da 3 su bardağı ayırılır. Bademler suda haşlanarak kabukları soyulur. Kuş üzümü, fıstık ve bademler 2 yemek kaşığı margarinde hafifçe pembeleşinceye kadar kavrulur. Üzerine yıkanıp süzülmüş pirinç de ilave edilerek bir müddet daha kavrulur. Tuz, tarçın ve ayırmış olduğumuz tavuk suyu da üzerine eklenerek, pirinç suyunu çekene kadar orta ateşte pişirilir. Hamur için, tüm malzemeler eklenerek ele yapışmayan, yumuşak bir hamur elde edilir. Geniş ve yayvan tabanlı bir fırın kabının zemini yağlanarak üzerine dekoratif olarak badem yerleştirilir. Hamur unlanmış zeminde incecik açılarak, yağlanmış fırın kabının üzerine uçları dışarıda kalacak şekilde dikkatlice serilir. Piştikten sonra demlenmeye bırakılmış pilav karıştırıldıktan sonra yufkanın içerisine boşaltılır ve kenarından sarkan parçaları pilavın üzerine bırakılır. Kabın üzeri alüminyum folyo ile kapatılarak, önceden ısıtılmış 200 dereceye ayarlı fırında kızarana dek pişirilir. Piştikten sonra ters çevrilerek servis edilir.

6 Ekim 2009 Salı

Tavuklu&Mantarlı Salata

 Salata seven herkese hitap edebilecek ve sofrada en önce bitebilecek bir tuzlu çeşidi istiyorsanız gönül rahatlığı ile bu salatayı yapabilirsiniz. Malzemeleri damak zevkinize göre de çoğaltabilirsiniz. Yapması da 15 dakikayı geçmiyor, hafifliği de yanına cabası :)

Malzemeler:
- 1 kase haşlanmış, didiklenmiş tavuk eti
- 1 kase haşlanmış, ince doğranmış mantar (konserve de olabilir)
- yarım demet demet taze soğan
- 5-6 adet kornişon turşu
- 3 yemek kaşığı dilimlenmiş yeşil zeytin
- 2 adet közlenmiş kırmızı biber
- 1 çay bardağı haşlanmış mısır
- 7-8 adet küçük acı biber turşusu
- 3 yemek kaşığı zeytinyağı
- 1 adet limonun suyu
- 1 yemek kaşığı nar ekşisi
- tuz

Yapılışı: 1 adet tavuk göğsü haşlanarak ince ince didiklenir. Bu arada ayrı bir tencerede mantarlar da temizlenerek limonlu suda haşlanır. Eğer konserve mantar kullanacaksanız, bir kez sudan geçirdikten sonra iyice suyu süzülür. Taze soğan, mantar, közlenmiş kırmızı biber, turşu ve acı biberler ince ince kıyılarak üzerine ilave edilir. Diğer tüm malzemeler de eklendikten sonra harmanlanarak servis edilir.

2 Ekim 2009 Cuma

Kışa Hazırlanırken...

Bugün tarif yok, sadece bana çok pratik gelen kış hazırlıklarımdan birini paylaşmak istedim. Yazın domates ve biberin bol ve hormonsuz zamanında, bir de bahçeden kullanabileceğimden fazla topladığımda derin dondurucuda dondurma ve saklama yöntemine başvuruyorum. Domatesleri tuzlamadan veya herhangi bir işlem uygulamadan, sadece yıkayıp rendeleyerek buz kalıplarında donduruyorum. İhtiyacım olduğu zaman 2-3 tanesini alarak yemeklerde kullanıyorum. Biberleri de aynı şekilde yıkayıp yemeklik olarak doğruyorum, sonra doğruuuu dondurucuya. İsterseniz menemenlik olarak çarliston-sivri-kırmızı biberden bir poşet de hazırlayabilirsiniz. Lazım oldukça 1-2 avuç kullanabilirsiniz. Haydi kolay gelsiiinnnnn....

1 Ekim 2009 Perşembe

Kırmızı Biber Turşusu

Kırmızı biber turşusu, kim yediyse tarifini istediği, kime tarifini verdiysem de tarifin mükemmel sonuçlandığı duyumlarını aldığım bir turşudur. Üstelik 2-3 gün gibi kısa sürede olduğundan oldukça da pratik. Siz de biber, sarımsak ve turşu hastasıysanız denememek için kendinizi zorlamanız gerekir diyorum, başka da birşey demiyorum (daha ne diyecektim değil mi :)

Malzemeler:

- 1 kg. kırmızı biber
- 1 su bardağı ayçiçek yağı
- 1 su bardağı sirke
- 1 su bardağı su
- 10-12 adet sarımsak
- 5-6 dal maydanoz
- 1 yemek kaşığı tuz

Yapılışı: Yağ, sirke, su ve tuz yayvan bir tencereye konularak kaynatılır. Yıkanarak sap ve tohum yatakları alınan kırmızı biberler yaklaşık 2 cm. genişliğinde halkalar halinde kesilir. (Eğer biberler kalınsa, üst kısımlara doğru genişlediği yerlerden de ikiye bölünebilir. Yağlı-sirkeli karışım kaynadığında bir avuç kesilmiş kırmızı biber içerisine atılır. Kaynayan suyun bir müddet kaynaması durdup, kısa bir süre sonra (yaklaşık 30 saniye) pirelenip (!) tekrar kaynamaya başladığı zaman da kevgirle hemen alınır. (Burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus budur, eğer biberler suda fazlaca kaynarsa yerken dış kabukları sıyrılıp ağzınıza gelebilir, turşunun tüm özelliğini öldürür.) Tüm biberlere aynı işlem uygulandıktan sonra üzerine ayıklanmış maydanozlar serpiştirilir. Hala kaynamakta olan (ve suyu bayağı azalmış olan) karışımın içerisine halka halka doğranmış sarımsaklar (sarımsak turşusunu seviyorsanız, sarımsakları bütün olarak ve daha fazla kullanabilirsiniz) atılarak 2-3 dakika daha kaynatılır ve suyu ile beraber biberlerin üzerine dökülerek soğumaya bırakılır. Eğer hemen yemeden durabilirseniz buzdolabında 2-3 ay saklayabilirsiniz...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...